Bir milletin ve toplumun temel taşı ailedir. Aile ana, baba ve evlenmemiş çocuklardan meydana gelir. Ailenin temeli meşru nikâhla, evlilikle atılır. Sağlıklı nesillerin çoğalması ve neslin devamı da bu şekilde olur.
Her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti aile yuvasıdır. Evlerimizi, yuvalarımızı İslâmî ölçülerle ve imanın ışığında kurduğumuz takdirde yuvalarımız bir cennet köşesi, saadet ve huzur bahçesi olur. Sağlam esaslar üzerine kurulan mesut yuvalardan meydana gelecek toplum da huzurlu olur. Dinimiz hem ferdin, hem de cemiyetin huzurunu temin etmek için evlilik müessesesine önem vermiş; onu korumak ve mutluluğu artırmak için bir takım ölçüler getirmiştir.
Kan, koca ve diğer aile fertleri arasındaki münasebet, yakınlık, hürmet, şefkat ve muhabbet yalnız bu kısa dünya hayatı ölçüsüyle değil, ahirette, ebedî hayatta bu münasebetlerin devamı ölçüsüyle olmalıdır. O zaman aralarındaki hürmet, şefkat ve sadakat samimî olur. Daimi bir arkadaşlığın hatın için birbirlerine her fedakârlığı, karşılıklı hürmet ve merhameti yapabilirler. Bu saadeti Allah'a ve ahirete iman temin eder.
Peygamberimiz (S.A.V.) ümmetini aile yuvası kurmaya davet ettiği hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Aile yuvası kurunuz! Hristiyan ruhbanları gibi olmayınız!”, “Her mümin ahiret hayatının saadetine yardımcı olacak bir hayat arkadaşıyla evlensin.”, “Gençler! İçinizden evlenmeye gücü yetenler evlensin! Zira evlenmek gözleri haramdan daha çok korur, zinadan muhafaza eder. Gücü yetmeyenler de oruç tutsun!"
Bu tavsiyelere uyarak, zaman ve şartlar müsait olunca çocuklarını yine dinî ölçülere uygun bir şekilde evlendirmek ana ve babaların çok önemli vazifelerinden biridir. Sağlıklı nesillerin devamı da ancak bu şekilde olur. Aile yuvası bir binaya benzetilecek olursa, o binayı ayakta tutacak dört temel direk vardır: Karşılıklı sevgi, müsamaha, itimat ve fedakârlık.
Hepimizin bu konuda evleneceklere yardımcı olması lâzımdır. Dininden ve ahlakından razı olduğumuz bir kimse kızımıza veya oğlumuza talip olursa, "Kolaylaştırınız, güçlük çıkarmayınız!" hadisiyle amel etmeliyiz. Görenek belâsı, Avrupa modası yüzünden; yuva kurarken yapılan israflar ve ölçüsüzlükler yüzünden müminlerin dünya ve ahiret hayatları tehlikeye düşmektedir.
Malûmdur ki, neslimizin sağlıklı şekilde devam etmesi; devletimizin, milletimizin bekası, kurulacak meşru aile yuvalarıyla mümkündür. Neslin çoğalması herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükümet neslin çoğalmasına karşı çıkamaz. Avrupa ve Amerika devletlerinde nüfusun artması için maddî ve manevî teşvikler, yardımlar yapılırken bizde başka oyunların sahneye konması, milletimizin güçlenmesini istemeyen mihrakların plânı olabilir. Sağlıklı, dindar, faziletli, ahlaklı nesillerin çoğalmasından hiç kimse endişe etmesin! Mahlûkatı yaratan ve besleyen Allah'tır!
Ailelerden toplum oluşur ki, bu sıradan bir kalabalık değildir. Bir insan kalabalığını, millet ve toplum yapan temel değerler vardır. Belli bir toplumun fertleri, belli bir inanç etrafında birleşmişlerse; bu inançlar, toplum fertlerinin benzer hareket ve davranışlarına yol açarak, toplumun belli bir bütünlük içerisinde yaşamasına imkân hazırlayacaktır. Değerler de bir taraftan insanları ortak davranışlara ve hareketlere yöneltirken; öte yandan da insanların birbirlerini sevmeleri gerektiği konusunda ortaya koyduğu ilke ve kurallarla, etkinliği ölçüsünde, sosyal vicdanın her zaman canlı tutulmasına zemin hazırlar.
Manevi değerler, uyulması gereken prensipleri ortaya koyarak, fert ve toplum hayatında bütünleşme ve sosyal istikran sağlar. Dinin de ahlaki ve manevi değerleri canlı tutmada ciddi bir rol ve gücü vardır. Dinler söz konusu olduğunda temel mesaj; banş, birlikte yaşama, insanlann vakan, sosyal adalet ve ahlaki toplum çevresinde yoğunlaşır. Manevi değerler, fertlerin aidiyet yönleriyle ilgilenir, insan ve toplum ilişkilerini güçlendirir. Mesela, sevgi bir değerdir ve insanlann birbirleriyle ilişkilerini şekillendirir. Hakkaniyet, toplumdaki adalet ve güven duygusunu pekiştiren bir değerdir. Saygınlık, insanlann birbirlerine saygı duymasını sağlar, yol gösterir, pusula görevini üstlenen değerlerdendir.
Günümüzde manevi değerler erozyona uğramakta, aile içi iletişim bozulmakta, toplumda güvensizlik yaygınlaşmakta, insanlar kalabalıklar içinde yalnızlaşmaktadır. Dış görünüşler ve maddiyat, insanlığın ölçülebileceği gerçek değerler olmamasına rağmen, öncelikli hale gelebilmektedir. Asıl değerleri bulamayanlar, ölçüleri dünyevilik olanlar, insanın bizatihi saygınlığını göz ardı edip fakirliği, güçsüzlüğü, yaşlılığı, engelliliği bir zül sayabilmektedirler. Hâlbuki çoğu kimse bu gibi hususlarda suçlanamayacak kadar masumdur ve unutulmamalıdır ki bu durumlar herkesin her an başına gelebilecek hallerdir.
Her şeyi madde ile değerlendiren bir toplumda insanı insan yapan manevi değerlerin, ahlaki güzelliklerin hayat bulması düşünülemez. Böyle bir ortamda hoşgörü, karşılıklı sevgi, saygı, insani ilişkiler ve kardeşlik duygularının serpilip gelişmesi hayal bile edilemez. Maddiliğin öne çıktığı ortamlarda kalp ve gönül kaybolur. Acıma hissi yok olur, sadizm başlar. Manevi değerlerden mahrum kişilerin münasebetleri, daha çok çıkar sağlamaya dayanan ilişkilerdir.
Zor zamanlarda insanlarımızın birbiriyle olan yardımlaşması, dayanışması, o zorlukları aşmada karşılık beklemeden hasbi yardımı her zaman dikkate değerdir. Sadaka taşı, askıda ekmek, veresiye defterini silmek vs. toplumumuzun insanı rencide etmeden yardım eli uzatmasının özgün örnekleridir. Dinin emrettiği zekât, sadaka, fitre; toplum tabakaları arasındaki yakınlaşmayı sağlayan köprülerdir. Birçok uluslararası yardım kuruluşumuz tüm dünyadaki ihtiyaç sahiplerine el uzatarak bu milletin fedakârlığını bayraklaştırmaktadır. İnsanları yönetmeyi bile “İnsanların hayırlısı, onlara faydalı olandır!” düsturu çerçevesinde ele alan yine bu millettir.
Yine bu milletin kadim bir özelliği olan misafirperverliğine tüm dünya hayranlıkla bakmaktadır Batı filmlerinde izlediğimiz; yıllar sonra kendisini ziyarete gelmek isteyen babasına “Babacığım bütçene uygun bir otel ayarlarım.” diyecek bir değer dünyasının başkalarına vereceği ne olabilir? Bu millet ise yanı başındaki komşu ülkelerde ve tüm dünyada savaştan, iç karışıklıklardan kaçan ve milyonlarla ifade edilen insanlara kucak açmış ve onları misafir olarak görmüştür. İşte değer dünyamızdaki zenginlik ve fark budur.
Şiddet ve terörün arkasında birçok sosyal, ekonomik, etnik ve politik etkinin bulunduğu açıktır. Refah dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik, eğitimsizlik, politik baskı, demokrasinin ve ifade özgürlüğünün olmaması, ayrımcılık vs. şiddet ve terörün nedenlerindendir. En az bunlar kadar ve belki de en başta manevi ve ahlaki değerlerin kaybı, şiddet ve teröre sebebiyet verir. Çünkü bu millet daha zor günlerden bugüne değerlerine bağh olduğu için gelebilmiştir. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında yokluklar içindeyken yek vücut, düşmana karşı koymuş, tutsak alınamayacağının destanını yazmıştır. İnşallah geleceğini de değerlerine bağlı olarak ve daha güçlü bir şekilde inşa edecektir.
Bir topluluğu millet haline getiren değerleridir. O milleti diğer milletlerden ayıran bu değerler asırlardan beridir gelmiş ve tarihe mal olmuş, genlerine işlemiş özellikleridir. Bunların değiştirilmesi veya inkârı söz konusu bile yapılamaz. Milletin karakteristiğini bu değerler belirler. Bunlar adeta gizli birer sözleşme, ortak bir tavır ve duruştur. Ne olursak olalım, nerelere yükselirsek yükselelim bunlarsız bir makinadan farkımız olmaz. “Vali olmuş ama adam olamamış!” özdeyişimiz, değerlerimizle yaşayabileceğimizin bir ifadesidir.
Yüreklerin aynı heyecanla atması, aynı şeylere üzülmek, aynı tepkiyi göstermek hep bu değer dünyamızdaki ortaklığımızdan kaynaklanmaktadır. Her millet bu değerleri gelecek nesillerine aktarmak konusunda kendini sorumlu bilir, böylece adeta kendini gelecek nesillerde yaşatır. Eğitim, aynı zamanda bir kültürleme faaliyetidir. Bu faaliyet önemli bir surette ve derslerin ötesinde bütün eğitim faaliyetlerini içine alan bir eğitim felsefesi olarak kendini gösterir. Bununla millet kendi bekasını sağlamaya çalışır. Kendinin farkında olur. Durduğu zemine kök salar.
Dil, din, tarih, vatan ve bayrak birliği gibi milleti oluşturan unsurlarla bizi biz yapan değerlerimiz hep omuz omuza, aynı amaca hizmet etmektedir. Ahiliğin yazılı kaynaklarından olan Fütüvvetnameler’de değerlerimiz şu şekilde sıralanmıştır: “Doğruluk, cömertlik, dostluk, sadakat, kanaat, takva, tefekkür, vefa, ilim, amel, sabır, ihlas, sır saklamak, yalan söylememek, zina yapmamak, hırsızlık etmemek, hocalara ve büyüklere saygı göstermek, insaf etmek, ayıbı örtmek, çiğ söz söylememek, kötü söze cevap vermemek, herkese iyilik yapmak, misafiri sevmek, din farkı gözetmeden bütün insanları sevmek, herkesi bir görüp herkesi kendinden üstün görmek.”
Bugün aynı dili konuştuğumuz halde anlaşamamamızın nedeni her zaman aynı duygu ve değerler dünyasında olamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Günümüzde savaşlar çoğu kez ve yaygın olarak sıcak temaslardan ziyade soğuk savaş tabir edilen kültür ve değerler dünyamızdaki çatışmalarda kendini göstermektedir. Hâkim güçler, bu cephede başarılı olabilmek için medyayı, popüler kültürü ve her bir vesileyi kullanmaktadır. Yani bizi kendine benzettikten sonra maddi anlamda istilanın hiçbir önemi kalmayacaktır. Çünkü kendi gibi düşünen, kendi gibi değerlere sahip bireyleri olan bir toplum, artık teslim alınmış demektir. Ayrıca sıcak temaslarda can, mal kaybı ve karşı tarafından benimsenmeme gibi bir risk de vardır.
Zengin değerlere sahip bir milletin evladı olarak bu hâzineye sahip çıkmak ve onu korumak, geliştirmek her yurttaşın görevidir. Bu anlamda değer kaymalarında hatırlatmak, değerlerle yaşamak noktasında birbirine yardımcı olmak ve en önemlisi değerlerle dolu bir hayatı yaşamak gerekir. Şairin “Ol Mahiler ki, derya içre dür, deryayı bilmezler.” dediği gibi elimizdeki hâzinen kıymetini bilmezsek elimizden gittikten sonra hayıflanmanın bir anlamı kalmaz.
Akif’in;
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!”
dizeleri ile ifade ettiği değerlerimizin sadece bizimle yaşaması değil, tüm dünyaya barış, huzur, adalet, sükûn getirmesi için öncelikle yaşantı dünyamızın zenginliği içinde olması gerekir. Yoksa hâkim kültür ve güçlerin boyunduruğu altında yok olmaya mahkûm oluruz.