Bir imtihan meydanı olan bu hayata kendisine verilen istidat tohumlarım açarak özgür bir şekilde özünü gürleştirmesi için gönderilen insana bırakılan bir duygu da sabırdır. Çabuk ve acele tempoda yaşadığımız günlük koşuşturmacada sabırlı, temkinli, dayanıklı olmaya ne kadar ihtiyacımızın olduğu açıktır.
Sabır bir manada merdivenin basamaklarını atlamadan teenni ile çıkmak demektir. Hayatta daima yükselmek istidadında olan insanın da teenniye, dikkate, acele etmemeye itina göstermesi gerekmektedir.
Dayanma gücü manasına da gelen sabır hayatın her sahasında kendisine lüzumu hissettirir. İnsan kendisine verilen duyguları israf etmezse iki hayata da kâfi gelecek bir güç elde eder. Sabrın kullanılması şu üç ana maddede toplanır.
Allah’a itaat üzerine sabretmek ilk maddedir. Meselâ; her gün beş vakit namazla mükellef kılınan insanın namaza devamı ancak sabır ve dayanma ile mümkündür. Yine senede bir ay farz kılınan oruçta açlığa dayanmak ancak sabır ve tahammülle mümkündür.
İlâhî yasaklara karşı sabırlı olmakta ikinci maddedir. Gıybet edilen ve nefsimizin de gıybet etmeye zorladığı bir ortamda günahtan bİzleri koruyacak ancak sabır kuvvetidir. Yine gayr ı meşru isteklerin kol gezdiği şehvetin insanları esir ettiği ortamlarda özellikle gençlerin iffetini koruyacak yine sabır kuvvetidir.
Sabrın üçüncü sarf mahalli de hayattaki musibet, hastalık ve belâlara karşı sabırlı ve dayanıklı olmaktır. Peygamberimiz de bu konuyla ilgili olarak “Asıl sabır musibetin ilk darbesinde gösterilendir.” Diye buyurmuştur. Çünkü insanın nefsi hoşlanmadığı bir hâdiseyle karşılaştığında göstereceği tepki ona yakışmayan bir tepki olabilir. Meselâ; insanın çok sevdiği bir yakınının vefatında üzülse de sabır ve metanet göstermesi ve şahsiyetini lekedar edecek tavır sergilememesi gerekmektedir. Hazret-i Peygamberin yedi çocuğunun altısının vefatı kendisi hayattayken olması ve Hazret-i Peygamberin gösterdiği sabır ve tahammül bizim için bir örnektir. Yine hastalık ve belâlara karşı gösterilecek sabır ve direnç hayat imtihanında son derece önemlidir. Bu hususta da yaralarından kurtlar çıktığı hâlde şikâyet ve isyanda bulunmayıp sabır kahramanı olan Hazret i Eyyûb da bizim için son derece önemli bir örnektir.
Eğer insan kendisine verilen sabır kuvvetini gereksiz dağıtmazsa her zorluğu aşabilir. Çünkü Şeytan hayat imtihanında insanı mağlup edebilmek için içinde bulunulan zamandan öncesine ve daha gelmemiş zamana sabır kuvvetini dağıtmak istemektedir. Ta ki insanın sabrı zayıflasın. Göstermesi gereken sabra takati kalmasın. Meselâ; namaz hususunda sadece bulunduğu vaktin namazıyla mükellef olan insana Şeytan tutar geçmişte kıldığı şu kadar sene namazı ve gelecekte kılacağı kaç sene namazı göstererek nama/ı ağır bir mükellefiyet ve takat getirilmez bir vazife olarak göstermek ister. Hâlbuki insan geçmiş zamandaki kıldığı namazların meşakkatinin kalmayıp sadece sevabının kaldığını ve gelecek günlerin de daha gelmediğinden namaz mükellefiyetinin bulunmadığını düşünse bulunduğu vaktin namazına gayet kolay sabredebilecektir. İşte insanın hayatta sabır göstermesi gereken bütün konularda şeytanın vesvesesine karşı bu şekilde sabır kuvvetini sağa ve sola yani geçmiş ve gelecek zamana sarf etmeden bulunduğu zamana sarf etmesi hayat imtihanını kolaylaştıracaktır. Böylece insan tahammüllü, başarılı, dengeli, dayanıklı, anlayışlı ve hoşgörülü bir insan olacaktır.
İnsanın sabrının en çok sınandığı durumlardan biri de hiç şüphesiz hastalık ve musibetlerdir. Sağlık, afiyet, rahatlık, mutluluk, nimet, lezzet her insanın hayatında arzu ettiği; hastalık, musibet, dert, elem, keder ise hayatında olmasını istemediği durumlardandır. Oysa hayatımızın kıymeti bu kavramların bir arada olmasıyla ortaya çıkar. Çünkü her şey zıddıyla bilinir. Karanlık olmazsa ışık bilinmez, soğuk olmazsa sıcak anlaşılmaz, açlık olmazsa yemek lezzet vermez, hastalık olmazsa sağlık nimeti anlaşılmaz. Hastalık veya çeşitli sıkıntılar hayatımızın lezzetini kaçırmıyor, sağlıktaki lezzeti tattırıyor ve artırıyor. Çünkü bir şey devam etse etkisini yitirir. Sürekli aynı olan monoton bir hayat elbette insanı sıkar. Hayattaki iniş ve çıkışlar hayatımıza kuvvet verir, hayatımızı mükemmelleştirir. Hayat gerçeğini görmemizi ve anlamamızı sağlar. Hiçbir sıkıntı çekmemiş veya hiçbir hastalık görmemiş bir insan olgun bir insan olamaz.
Niyazi-i Mısri’nin;
“Lütf-u kahrı şey-i vahid bilmeyen çekti azap, Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi.”
dediği gibi O’ndan gelen her şeyi hoş görmek ve güzel karşılamak gerektir. Madem hastalık da musibet de O’ndan geliyor, bizim için hepsi güzeldir. Ya bizzat güzeldir; ya da neticesi itibariyle güzeldir.
Hastalık ve musibetlerin hayatımıza kazandırdıklarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Bizim için cn büyük hastalık ve musibet Allah’ı tanımamak, günahları düşünmemek, ahireti bilmemektir. Yoksa vücudumuzdaki çeşitli hastalıklar Cenab-ı Hakk’ın bir hediyesidir. İnsan yaratılışı gereği Allah’tan her zaman sağlık ve afiyet istemesi gerekir. Hastalık ve musibet istenilmez belki verilir. Başımıza geldiği vakit de bu hikmetlerle bakmamız lazımdır.