Ahlak, insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek için konmuş kaidelerin bir bütünüdür. Toplumda insanların nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren kurallardır. Ahlak olmazsa insanlar arası ilişkilerde sıkıntıya girileceğinden toplum hayatı denen şey de olmaz, yani insanlar bir arada yaşayamazlardı. İnsanlar hangi durumda nasıl davranması gerektiğini bildikleri takdirde, başkalarının da nasıl davranacakları hakkında kuvvetli tahminlerde bulunabilir ve böylece güvenlik duygusu içinde yaşayabilirler. Neyin iyi, neyin kötü olduğu hakkında ortak bir anlayış bulunmasaydı, insanlar arasında düzen ve huzur yerine tam bir kargaşa hüküm sürerdi.
Ahlaki diyeceğimiz aynı kaidelere örf ve adetlerimizde, değerlerimizde, dinde, kanunlarımızda da rastlayabiliriz. Çoğu zaman bir ayrıma gitmede zorlandığımız, hangisinin esas, diğerinin ondan etkilenerek gündeme geldiğini ayırt edemediğimiz zamanlar da olmaktadır. Ama ahlakın örf ve adetlere göre daha değişmez ve evrensel olduğu da bir gerçektir. Bilhassa Müslüman toplumlar için örf-adetler, ahlak ve değerlerin dinden önemli ölçüde etkilendiği de söz konusudur.
Peygambere (S.A.V.) “Sen yüce bir ahlak üzeresin” diye hitap eden Cenab-ı Hak, ahlaki noktada peygamberin örnekliğine vurgu yapmakta, dinî noktada olduğu kadar ahlaki noktada da uyulması, örnek alınması gereken bir şahsiyet olarak Müslümanlara O’nu takdim etmektedir. Diğer bir ayette de kendi sevgisini O’na uymaya bağlamaktadır. Onun için kültürümüzde “Peygamber ahlakı ile ablaklanmak”, ifadesi sıkça kullanılmaktadır. Diğer bir ifade ile iyi bir Müslüman olabilmenin yolu ahlaklı bir fert olmaktan geçmektedir.
Ahlaklı olmak her şeyden önce kişinin kendine olan saygısını gösterir. Ahlaksız davranış içinde olanlar öncelikle kendi şahsiyetlerini küçülttüklerini unutmamalıdırlar. Ayrıca ahlak, değerler ve örf-adetler, önemli ölçüde yaşantı yolu ile elde edildiği için yaptıklarımızın etrafımızdakilerce örnek alınabileceğini düşünüp hareket etmek, kötü örneklikten kaçınmak gerekir. “Kötü örnek olmaz.” özdeyişimiz aklı başında büyüklerimizce benimsense de, kötülüklerine dayanak arayan nefislere ve safi kalplere doğru örnekler göstermek zorunluluğu vardır.
Dinin davranışlarımızla ilgili mükâfat ve cezayı gündeme getirmesi; ahlaki davranışlarımızı helal, ibadet, amel-i salih veya ahlak dışı davranışlarımızı haram, mekruh gibi kavramlarla kategorize etmesi bu davranışları yapma veya yapmama konusunda insanları teşvik etmektedir. Küçük bir iyiliğin veya kötülüğün bile karşılıksız kalmayacağını bilen insan, iyiliklere yönelmek kötülükten çekinmek noktasında daha duyarlı olmaktadır. Kaldı ki, dinî kaygısı olmayan insanlar bile ahlakın önemini ve gerekliliğini inkâr edememektedirler. Çünkü insan doğası ve toplum yapısı ahlakın gerekliliğini göstermektedir.
Her alanı saran değişim, ahlaki alanda da etkisini göstermektedir. Fakat insanlar engel olamadıkları değişimi kontrol altında tutabilirler. Onun için bütün eğitim kurumlan bir taraftan geleneksel ahlak prensiplerinin yeni nesillere aktanlmasına çalışırken, bir yandan da toplumdaki genel değişimlere uygun ahlaki davranış örneklerinin geliştirilmesine çalışmaktadırlar.
Birçok ahlakı erdemlerimiz vardır ve bunların başında da hem maddi hem de manevi yönü ile temizlik gelmektedir. Maddisi sağlığımız ve dolayısı ile hayatımızın devamı için olmazsa olmaz iken; manevisi şahsi ve toplum hayatımızın temelini oluşturmaktadır.
İnsan eli değmeyen yerlerin temizliği, güzelliği o kadar dikkat çekicidir ki insanı adeta kendine âşık ettirmektedir. İnsan kafa dinlemek ve rahatlamak için çoğu kez böyle yerler arar. Peki, hiç düşündük mü insan eliyle temizlik hizmetlerinin ulaşmadığı bu yerlerin temizliği nasıl sağlanmaktadır? Sonbaharda ellerinden süpürge düşmeyen görevlilerin olmadığı ormanlar, nasıl temiz kalabilmektedir? Deniz ve okyanuslar nasıl temizlenmektedir?
Modem toplum çıkarttığı çöple övünürken, kendi çöplüğünde boğulacağı günlerin farkına yeni yeni varmağa başlamıştır. Çöplerin ayrıştırılması, geri dönüşümü, hava ve su kirliliğine ek olarak ses ve ışık kirliliğinden bahseder olmuştur. İnsanlık, övündüğü teknolojinin, sanayinin ve sorumsuzca israf ettiği dünya varlığının kirliliğe neden olduğunu iş işten geçmeden anlama gayreti içine girmiştir. Meğer insanın bulaşık eli karışmadan dünyamız ne kadar da temizmiş.
Temizlik için kullandığımız suyun kirlenmesinin vahim neticelerini düşünelim. Rüzgârlarla havamızın temizlenmediğinde alabileceğimiz önlemleri düşünelim. Çöp dağlarının üzerimize üzerimize geldiğini düşünelim. Bu sorumsuzluklardan dolayı dünya dengelerinin değişeceğini, çeşit çeşit hastalıkların çıkacağını ve hayatımızın bir azaba dönüşeceğini düşünelim ve bugünden kendi çapımızda da olsa önlemimizi alalını.
En basit günlük temizliğe dikkat etmememizin hastalıklara neden olduğu artık asırlardır bilinen bir gerçek. Bununla ilgili el ve ağız temizliği, beden ve giysi temizliği, tuvalet temizliğimiz gibi hususlar bizlcre küçüklüğümüzden beri öğretilen ve artık hayatımızın olmazsa olmazları. Her yönüyle temiz gıda tüketmemiz, çevre temizliğimize özen göstermemiz vs. devamlı uyarıldığımız ve acı neticeleri ile yüzleştiğimiz konular.
Rabbimiz de “Allah çok tövbe edenleri ve çokça temiz olanları sever.” ayetiyle temizliğin önemine dikkat çekmektedir. Temizlik daha çok maddi olarak anlaşıldığı için manevi kirlerden arınmayı ifade eden tövbe özellikle zikredilmiş gibi sanki. “Kabın içinde ne varsa dışına da onun sızacağı” gerçeğinden hareketle insanın ruh dünyasındaki güzellik ve temizliğin dış dünyasında da görüneceği ve görünmesi gerektiği hususu dile getirilmeye çalışılıyor gibi. O halde öncelikle temizlenecek olan ruh dünyamız, manevi âlemimiz olmalı ki dışımıza aksetsin.
“Temizlik imandandır.” buyuran Peygamberimiz (S.A.V.) de bu kutsi bağlılığa dikkat çekmiştir. Soyut gibi görünen inanç dünyamızın somut görünümlerinden bin hiç şüphesiz maddi ve manevi her şekliyle temizliktir. Günümüz dünyasındaki temiz giyinimli hırsızlar ve güzel kokan canilerin giysi ve kokulan sadece bizieri aldatmak için birer hiledir. Yoksa içi dışa, dışı içe bir çevrilseler gerçek görünecektir Zaten yaptıklan ile de ortadadırlar. Bunlann temizliği sadece göz boyamadır.
Maddi ve manevi her şekliyle temizlik bütün dinlerin ortak emridir. İbadetlerin ön şartıdır. Dinimiz İslam da ibadetler için boy abdesti ve normal abdesti şart koşmuştur. İslam’ı referans alan medeniyetimiz, temizliğin ölçüsü olan su ve onunla kendini gösteren hamamlar, çeşmeler, sebiller, su bentleri, şadırvanlar vs, ile adeta bir “Su medeniyeti” oluşturmuştur. Bize düşen de her yönüyle bu medeniyete uygun yaşamak, mirası korumaktır. Evrensel anlamda da yaşanılabilecek bir dünyaya her yönüyle katkı sağlamaktır.
Bu anlamda düşünce dünyamızı da temizlemenin önemi büyüktür. Çünkü “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” genel bir düsturdur. O kadar ki düşünce dünyamızdaki güzelliklerin hayallerimizi hatta rüyalarımızı bile süslemesi hiç uzak değildir. Çünkü herkes, istediği ve haline münasip gördüğü meyveyi koparır. Şöyle ki insan bir bahçeye girse, o bahçede güzel ağaçlar, tatlı meyveler ve güzel çiçekler ile beraber bazı kokuşmuş maddeler, gübreler de bulabilir. Bu insan bahçedeki tatlı meyvelere, güzel ağaçlara ve harika çiçeklere bakmadan pis şeylere nazarını hasretse midesini bulandıracak istirahat etmeden çıkıp gidecektir.
Dünya böyle bir bahçedir. Dünyanın içinde çok ibretli, çok güzel şeyler bulunmakla birlikte. İmtihan yeri olması gereğince zahiri çirkin ve pis şeyler de bulunmaktadır. Bir insan yalnızca pis şeylere baksa veya onlarla uğraşsa dünya hayatı elemlerle, kederlerle azaph bir şekilde geçecektir. Mesela; dünyada Ay’a, Güneş’e, bulutlara, yağmura, güzel çiçeklere, yavruların ışıklandırılmasına, bütün mevcudatın özellikle insanların türlü türlü nimetlere mazhar olmalarına bakmayarak sadece dünyadaki zulümlere, isyanlara, günahlara nazarını hasreden, elbette bahçedeki çirkin şeylere nazarım hasreden adam gibi midesini bulandırır. İstirahat etmez ve daima azap çeker.
Dünyada hep çirkin şeylere bakan insan hayaliyle zanneder ki bütün dünya çirkin ve pistir. Allah’a şükredeceğine isyana başlar. Hayatı anlamsız bulur. O kimseyi ümitsizliğe sevk eder.
Allah’a iman eden ve Kur’an’ın anlattığı gibi güzel bir şekilde dünyaya bakan insanlar “Her işte bir hayır var.”, “Her şeyin bir güzelliği var.” diye, bildiklerinden şükredip hayatlarından lezzet almaktadırlar. Şer gibi gördüğümüz hadiselerde hayırlar; hayır gibi gördüklerimizde ise şerler olabileceğini akıllarından çıkarmazlar. İbrahim Hakkı gibi;
“Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”
der ve olandaki hayrı görmeye çalışıp hayatlarını lezzetle geçirmeye bakarlar.
Başa gelen musibetlerde Allah’ın rahmetinin izlerini gördüklerinden asla ümitsizliğe kapılmazlar. Çünkü bilirler ki bu dünya daimi bir yurt değildir ve başa gelenler imtihanın bir parçasıdır. Musibet ve sıkıntılara gelecek için ders ve ibret alınacak, bizi geleceğe hazırlayacak, sevap kazandıracak hadiseler olarak bakarlar. Müminin can zayiatını şehadet. mal zayiatını ise sadaka olarak bilirler.
Hem imanlı bir nazar, dünyada her şeyin hakiki güzelliklerinin görünmesine vesiledir. İmansız bir nazar ise dünyanın hakiki güzelliğini göremediği gibi gördüklerini de çok çirkin göstermektedir. Konveks ve konkav bir aynayla düzgün bir cisme bakıldığı zaman nasıl eğri büğrü gösterirse inançsız bir nazar da her şeyi çirkin göstermektedir. İmandan nasibi olmayan insanlar için gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler, aylar başıboş bir mevcuttur. Denizler ve dağlar ruhsuz birer cenazedirler. Ölüm müthiş bir musibettir. İmanlı bir nazar gökyüzündeki büyük cirimleri Allah’ı tespih eden ve emir dinleyen bir memur gibi görür dehşet yerine lezzet alır. Dağlan ve denizleri Rabbinin emirlerini dinleyen bir kul görür ünsiyet eder. Ölümü bile cennete ve Allah’a varmak için bir vesile görür dehşet almaz.
Kısaca hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet ise imandadır.