Hayat içinde yaşadığımız âlemde en sırlı, en çok istenilen, en önemli bir sonuç olarak karşımızda bulunan bir gerçektir. Nasıl ki; bir ağaç her şeyiyle meyve neticesi için çalışıyorsa, bu âlem de her şeyiyle yer gök ve içindekilerle hayat için işlemektedir. Bir ağacı yaratıp meyvelerine özellikle gayeler koyan yaratıcı elbette bu âlem içinde en önemli netice olarak var ettiği hayata da çok önemli gayeler koymuştur.
Hayata ait bu önemli gayeleri keşfetme veya hayatın amacını bulma, insanlık tarihinde hikmet ve ilim erbabının en meraklı bir yolculuğu olmuştur. Bu hikmet yolculuğunda insanlıkta temelde iki anlayış egemen olmuştur. Birincisi; insanı yaratıp ve hayatı veren Allah’ın vahyi rehberliğinde hayatı anlamaya çalışmak. İkincisi ise; insanın kendisini yaratanına karşı müstağni görüp sadece kendi anlayışına itimat etmesidir.
Bu kadar birbiri içerisinde hakikatler yumağı olan bu âlem ve en önemli neticesi olan hayat elbette ilim ve hikmetle yaratıcı, merhamet ve keremle donatıcı olan Allah’ın, insana lütuf ve hikmetle gönderdiği vahiyden (bildirdiklerinden) bağımsız olamaz. Hem yine bu kadar kıymetli hayat; geçici, sıkıntılı, insanın yaratılışına yerleştirilmiş ebedi duygulan tatmin edemeyen bu dünya hayatına mahsus olamaz. Öyleyse hayatın anlamı ve gayesi insanı yoktan yaratıp insana şah damanndan yakın olan ve kalbin en ince duygulannı bilip verebilecek olan ve insanı ebedi hayata göre duygularla donatan Allah’a bağlılık ve teslimiyetinde gizlidir. Bu sebeple ilahi bütün kitaplarda en temel iki öğreti Allah’a iman ve ahiret hayatına imanın ders verilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüz dünyasında hayatı bu yüce gayelere göre anlayamayan ve anlamlandıramayan değerlendirmeler ve yorumlar maalesef insanlığın değer kaybına sebebiyet vermesinin yanında hedeflenen huzur ve mutluluğunu da alıp götürmektedir. Acaba bir sultanın hediye ettiği bir elmanın değeri sadece o elmanın lezzetinde midir? Yoksa o elmanın lezzetinden kaç kat fazla olan sultanın hediye iltifatında mıdır? İşte günümüzün maddeperest dünyası varlıklardaki özellik ve güzelliklere sadece geçici zevk, haz ve lezzetine göre yönelmekte ve öylece ilgilenmektedir. Hâlbuki bu dünya misafirhanesindeki lezzetleri ve zevkleri ebedi hayattaki edeceği ihsanlarına numune ve örnekler olarak veren Allah’ın lütfunu, keremini, hissedip fark etmek ne kadar güzel ve anlamlıdır.
Elbette bu fark ediş bu güzelliklerin sahibinin isteklerine ve hayata yön verişine ilgisiz kalamayacak ve insana verilen en önemli duygular olan akıl ve kalbini bu konuları anlamaya ve sevmeye daha çok bir gayret sarf ettirecektir. Bu şekilde imanı hayata hayat yapan bir insanın istikâmet çizgisi de hayat sahibinin emir ve yasaklarını dikkate almak olacaktır. Çünkü böyle bir anlayışta ve imanda olan bir insanın başka anlayış ve değerlere iltifat etmesi beklenemez.
Hayatı ve anlamını hayatı veren sahibinden daha iyi bilme tavır ve iddiaları bir kibir ve küstahlıktır. Acaba bir makine hakkında en doğru açıklama o makineyi kuran ve işleten kişiye ait değil midir? Madem öyledir. Bu âlem ve hayat hakkında da en doğru açıklamalar yaratıcıya ait olacaktır. Yaratan yaratıcı, yarattığını bilmez mi?
İşte bu, hayatın anlamını hikmetle keşfetme Kur’an’da, “Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir.” ifadesi ile anlamını bulur. Hikmet manası da insanın yaşama sevincinin anlamını ve kaynağını, kendini ve âlemi keşfetme gayretinin önemli bir başlangıcını oluşturur.
İnsan maddi yaşamını sürdürmek için gıdaya muhtaç olduğu gibi manevi yaşamını sürdürmekte de bir eneıjiye muhtaçtır. Bu gücün kaynağı şevktir, yaşama sevincidir, hayata olumlu bakmaktır. Kökü kesilen bir ağaç nasıl ki bir müddet sonra kurumaya mahkûmdur. Yaşama sevinci ve şevkini kaybeden insan bir müddet sonra kuru bir ağaçtan farksız hale gelir. Öyle ise: Allah’ın verdiği hayat nimetini amacına uygun kullanabilmek için bu enerjiyi kaybetmemek gerekir.
Etrafımıza dikkatle bakarsak kâinatta bize yaşama sevinci verecek birçok olay görürüz. Kış mevsiminde ölmüş, beyaz kefenini giymiş yeryüzü bahar mevsiminde büyük bir şevk ve heyecanla yeniden uyanır. Gece karanlığında uyumuş varlıklar sabahın güneşiyle yemden ve şevkle uyanır. Toprak altına atılan ve çürüyen tohumlar büyük bir şevk ve yaşama sevinciyle tekrar topraktan başlannı çıkarırlar. Adeta her son. daha mükemmel bir başlangıcın habercisi olur.
Gerekli tedbirleri aldıktan sonra neticeyi Allah’tan bilmek ve O’ndan beklemek olan tevekkül de bizim yaşam sevincimizin önemli kaynaklarından biridir. Bu, bütün olayları yalnızca bizim kontrol edemeyeceğimizin, bize düşenin yapacaklarımızı düzgün yapabilmek olduğunu, neticeden ziyade süreçten sorumlu olduğumuzun bir ifadesidir. Takdirin tedbiri bozabileceğinin, imtihan dünyasında olmamız gerçeğinin bilinmesidir. Adeta gemiye bindi isek yükümüzü omuzda taşımak yerine, gemiye bırakıp üstünde oturmak gibidir.
Günümüz insanı büyük bir yalnızlık çekmektedir. Bu yalnızlık ve neticesi olarak gelen karamsarlık ve bunalımlar bireysel ve toplumsal olarak büyük sıkıntılara sebep olmaktadır. Toplumda hızla yayılan alkol ve madde bağımlılığı ve bunların da neticesi olan sarhoşluk ile geçici çözümler aranmaktadır. Hâlbuki bunlar çözüm olmaktan daha ziyade, daha büyük felaketlere başlangıç teşkil etmektedir. Bu zararlardan kurtulmanın yegâne çaresi de insanın yaşama sevincini kaybetmemesidir.
İslam dini bi/e her şeyin iyi tarafına bakmayı, “bardağın dolu kısmını” görmeyi tavsiye etmiştir. “Sözleri dinleyip, en güzeline tabi olup, fenasına bakmayanlar, Allah’ın gösterdiği doğru yolu bulmuş akıl sahibi kimselerdir.” ayeti bunun en güzel delilidir. Bir bahçeye dinlenmek üzere giren kişi, bahçedeki güzelliklere bakmak yerine yere düşen çürük meyvelere, gübrelere bakarsa midesi bulanır, dinlenmeden çıkıp gider. Dünya hayatı da bunun gibidir; iyi kötü, güzcl-çirkin birlikte bulunmaktadır. Bize düşen iyi şeylerden yararlanıp, kötü şeylerden uzak olmaya çalışmaktır.
Atalarımız “Duvarı nem, insanı gam çürütür” demişlerdir. Bu gün modem tıbbın da tespitlerine göre birçok hastalığın temelinde karamsarlık, stres ve sıkıntı yatmaktadır. Bunun çaresi de yaşama sevincimizi kaybetmemek, kaybettirecek olaylardan ve kişilerden uzak durmakla mümkündür. Sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler, hobiler bizi yalnızlıktan kurtarıp hayata bağlayacak ve yaşama sevincimizi artıracak şeylerdir. Bu da bizim hem mutluluğumuzu artıracak hem de yaşam kalitemizi yükseltecektir.
Dünyayı nasıl yaşarsak yaşayalım sonunu da düşünmek, ölümü de hatırlamak gerekir. Evet, ölüm, hayat kadar somut, gerçek ve inkâr edilemez bir hakikattir. Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır. Gelen gider, giden gelmez. Öyle ise bu hakikate karşı göz yummak yerine onu anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü göz yummakla gece olmaz.
İnancımız gereği hayat bir nimet olduğu gibi ölüm de bir nimettir. Bütün İslam düşünürleri ölüme bu noktadan bakmış ve bunu çok güzel ifadelerle dile getirmişlerdir. Mevlana; ölümünü şeb-i aruz, “sevgiliye kavuşmak” olarak görmüş, Bcdiüzzaman, “Başka bir memlekete gitmiş yüzde doksan dokuz dostlara kavuşmak” olarak algılamıştır. Necip Fazıl:
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber.” beytiyle ifade etmiştir.
Peygamberimiz 63 sene gibi kısa sayılacak bir ömür yaşamış, babası daha doğmadan, annesi 6 yaşında, kızı Hz. Fatıma ise 26 yaşında vefat etmiştir. Eğer ölüm gerçekten güzel olmasaydı; Allah, en sevdiği kullarını çok uzun yaşatırdı. Hz. Yusuf (A.S.) gibi bir Peygamber, hayatının en mutlu anında ölümü temenni etmezdi. Öyle ise genç yaşta yakınlan vefat edenler, bunu büyük bir felaket ve ceza olarak görmemeli, sabrederek Allah’ın hoşnut olacağı bir tavır sergilemeye çalışmalıdır.
Gerçekte ölüm hayatın sona ermesinden daha ziyade daha mükemmel bir hayatın başlangıcıdır. Nasıl ki insanın dünyaya gelmesi daha mükemmel bir hayatın başlangıcıdır. Dünyadan gitmesi de aynı şekilde daha mükemmel ve sonsuz bir hayatın başlangıcı olmaktadır.
Evet, ölüm hayat kadar gerçek, hayat kadar büyük bir nimettir. Çoğu zaman ağırlaşmış hayat yükünden kurtulmaktır. Kabrin öbür tarafına göçmüş dost ve sevgililerle buluşmak, bizden sonra gelecekleri karşılamak için güzel bir vesiledir. Nasıl ki uyku günün sıkıntılarını unutmak için güzel bir fırsattır. Uykunun büyük kardeşi ölüm de dünyanın e/ici, boğucu ve sıkıntılı hallerinden bir kurtulma vesilesidir.
Ölüm nimettir. Ancak her zaman herkes, ölümün nimet yönünü göremeyebilir. Çünkü insan her şeyi kendi ölçüleri ve yararlan noktasında değerlendirmeye alışmıştır. Hâlbuki: eğer Allah her ferdin arzu ve isteklerine göre davransaydı yeryüzü bozguna uğrardı. Bizim yarar gördüğümüz bir şey başkası için zarar olabilir. Öyle ise olaylara kendi küçük ilmimizin ölçüleriyle değil, kâinatın genel düzeni açısından bakmalıyız. Mesela: çok ihtiyar olmuş dedemizle beraber onun dedesi ve dedesinin dedesi de hayatta olsaydı. Veya sadece ihtiyarlar ölse ve belirli bir yaşa kadar kimse ölmeseydi... Neler olabileceğini düşünelim.
Ölüm, bu gerçeğe göre hayatını tanzim edenler için bir nimettir. Ölümden bahsetmekteki gaye de ondan sonraki hayata hazırlanmak, vaktini zararlı ve boş geçirmemekle ilgilidir. Çünkü ölüm, dünya hayatının muhasebesinin yapılacağı, yapılanların karşılığının görüleceği, mükâfat ve cezanın alınacağı hayatın başlangıcıdır. Muhasebe gününde, yaptıkları karşısında “keşke toprak olsaydık” temennisinde bulunmamak ve pişmanlık ifade edeceklerden olmamak için hayatın kıymetini bilmeli ve ölüm gerçeği göz önüne alınarak yaşanmalıdır.