Eğitim ve öğretimde sonuç odaklı bir başarının önemsendiği günümüzde, gerçek başarının ne olduğu ve bunun nasıl mümkün olacağı da herkesçe cevabı aranan bir soru haline geldi. Öylesine ki bu konuda anne ve babalar maddi birçok külfetin altına girerek çocuklarının eğitim ve öğretimde başarılı olabilmesi için dershane, özel öğretmen, psikologlar, eğitim öğretim materyalleri gibi birçok fırsatı çocuklarına sunmakta ve bu noktada küçük yaştan itibaren durmadan çocuklarına nasihatte bulunmaktadırlar.
Hayattaki başarı sadece eğitim ve öğretimdeki başarıya münhasır değildir. Bu savdan hareketle genel başarının, günümüz gençliği için en önemli şartlarından birisinin gelişmiş bir mesuliyet duygusu olduğunu görmek çok da zor değildir. Çocuklarımızda, gençlerimizde gelişen mesuliyet hissi görev ve ödev bilinci maddi ve manevi muvaffakiyete, başarıya sebep olacaktır. Evet, maddi ve manevi dedim çünkü sadece maddi başarı insanı mesut edecek bir mahiyete sahip değildir. Yalnız akıldan ibaret olmayan insanın kalbi, hisleri, duygulan ve ruhu bu cihetten gelecek muvaffakiyetlere muhtaçtır. Belki de dünyevi muvaffakiyetsizliğimiz veya muvaffak olsak da bize yetmemesi ve bizi başka arayışlara sürüklemesi ikinci yani manevi cihetteki muvaffakiyetsizliğimizdendir.
İnsanın başanlı olması öncelikle kendini tanıması, kendi yeteneklerini keşfetmesi ve bu tanıma ve keşfe uygun hareket etmesi ile mümkündür. İşte saadet budur. Üzerine düşen vazifeleri yerine getiren, ümit ile hayata bakan, çalışkan, zamanını en kıymettar sermaye bilip israf etmeyen, mesaisini güzelce tanzim edip planlı programlı hareket eden, zihni dağıtan lüzumsuz hatta zararlı meşguliyetlerden uzak duran bir fert mutlaka başarılı olacaktır. Peki, bu nasıl mümkün olur?
Kâinatta göründüğü üzere sürekli bir faaliyet var. Bu faaliyet tesadüfi, gelişigüzel değil bir plan bir maslahat bir programa göre vücuda gelmektedir. Tabiri caiz ise kâinatta büyük büyük çarklar birbirleri ile uyumlu bir şekilde hareket ettirilmekte, böylelikle bir ahenk ve binler hikmetle süslenmiş mükemmel bir düzen ortaya çıkmaktadır. Yeryüzü ve üzerinde yaşayan bizler de bu kâinatın maddeten çok küçük fakat kıymetli misafirleri hükmündeyiz. Böyle bir misafir bu misafirhanede başarılı olmak istiyorsa önce büyük çarkların farkına varmalı ve sonrasında ise ona uygun hareket etme gayret ve çabasını göstermelidir. Aksi takdirde büyük çarkların altında ezilerek ümitsizlik içerisinde perişan bir hayat yaşayacaktır. Bu maalesef şu an binlerce numuneleri gözlemlenen kaçınılmaz bir sonuçtur.
İnsaniyete lâyık bir geçim ve şerefle yaşamak isteyen her fert bu uğurda başarıyı arzular ve arzulayacaktır. Fakat bunun sadece maddi yönünün değil manevi yönünün de ihmal edilmeden arzulanması gerekir.
Başarısızlığımıza sebep olacak şeyler zaman ve zemine göre farklılık arz etse de ortak sebepler hep öne çıkmaktadır. Belirttiğimiz gibi mesuliyet ve görev bilincinin oluşmaması ilk sırada yer almaktadır. Zamanın cazip olan lüzumsuz meşguliyetleri, oyunlar, internet vb. zamanımızı tüketip başarı için gerekli olan uğraş ve görevlerimizi geri bırakmaktadır. Yine zihnimizi meşgul eden malayani meşguliyetler hedefimize odaklanmamıza mani olup, başarılı olmak için gerekli şeylerin yerine getirilmesine engel olmaktadır. Bunlar gibi birçok sebep başarısızlığı netice vermektedir. Fakat hiçbiri geçerli bir bahane olamaz. Cenab-ı Hakk’ın, kendisine muhatap olarak yarattığı ve binler istidat ve kabiliyetlerle cihazlandırdığı insan neyi yapamaz? Yapanların varlığı bizim de yapabileceğimiz noktasında bize güç vermeli.
İnsan, her türlü başarı için kulluk şuuru ile vazife bilincini kazanmalı ve dünyaya veya ahirete bakan vazifelerini ciddi bir sorumlulukla yerine getirmeye çalışmalıdır. Yoksa birçok kişiden duyduğumuz üzere, niyet ile yaşayıp ıstırapla yanan fertler haline döneriz.
Doğumla başlayan, çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık ve ölümle son bulan hayat sürecimizin belki en önemli en meyvedar ve en kritik dönemi gençlik dönemidir. Bu dönem bedeni canlı, ruhu diri; gönlü paylaşıma açık, hayattan beklentisi yüksek olan genç ferdin maddi ve manevi hayatının şekillendiği ciddi bir süreçtir.
Gençlik dönemini, insanın en enerjik olduğu, tabiri caiz ise ele avuca sığmadığı bir dönem olarak da tanımlayabiliriz. İnsan gibi kabiliyetleri sınırlanmamış bir varlığın bu dönemi menfi ve müspet birçok neticelere gebedir. Bundan dolayı genç ferdin bu dönemi istikametli bir şekilde geçirebilmesi ancak alacağı tesirli dersler neticesi mümkündür. Bu dersler endişe ve ümitle yoğrulmuş bu dönemde gencin hem aklına hem de duygularına hitap etmelidir. Böylelikle genç, maddi ve manevi muvaffakiyetlere ulaşarak, kendisi ve toplumla barışık bir vaziyet alır.
“Gençlik daman, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, akıbeti göremez.”
Evet, bu hakikat belki de gençlik döneminin zorluğunu, bu dönemde yapılan yanlışların nedenini ve bu dönemin en büyük tehlikesini bize özetler. Bu mahiyette bir dönemi yaşamakta olan genç, tecrübesizliği ve aklı dinlemeyen his ve duygularının verdiği yanlış kararlar neticesinde sürekli hayal kırıklıklarına uğramakta ve bu hayal kırıklıkları genci ümitsizliğe sevk etmektedir. Olabildiğince hareketli ve değişken bu süreçte genç sürekli ikaz ve rehberlikle aklın muhakemesini öne çıkarıp his ve hevesin esaretinden kurtulabilir. İstikamete ve doğru yola sadece bu şekilde ulaşabilir. Aksi takdirde kendisi mutsuz olduğu gibi çevresine de zarar verecek ve hayatının en güzel dönemini çirkin bir şekle çevirecektir. İnsanın sınırlandırılmamış yetenekleri, muhakemesiz his ve duyguların verdiği kararlarla çok vahim neticelere sebep olacaktır.
Hayat sürecinin belirli bir dönemi olan gençlik döneminin bu vahim neticelerini bir alim, “Gençlik gidecek, sefahatte gitmişse hem dünyada, hem ahirette binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sui istimal ile israfat ile evhamlı hastalıklarla hastanelere veya taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefahathanelere veya manevi elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak istersen, hastanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz!” şeklinde ifade etmiştir.
Hayat sürecinin en heyecanlı döneminde, akıl muhakemesinin devre dışı kaldığı, his ve hevesin baskısında tutsak, bir medet yok mu diye bekleyen genç fertlere şu maddeler bir ders ve ikaz olabilir:
Gençliğin bir gün biteceği,
Her yaptığını gören, işiten ve kaydettiren bir Zat’ın varlığı,
Zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağı bir ahiretin varlığı.
Bu dönemde yapacağı taşkınlıkların telafi edilmez neticelerinin olabileceği,
Kural tanımaksızın her türlü zevk peşinde koşmanın mutluluk yerine ilende sürekli
elem vereceği,
Meşru olmayan lezzetlerinin içerisinde dehşetli elemlerin var olduğu,
Eğer kaybetmezse ebedi bir gençliğin onu beklediği,
İstikametli geçirilecek gençlik döneminin dünya ve ahiret saadetine vesile olacağı.
Özellikle gençlerimizi çokça meşgul eden, derslerinden alıkoyup ailesi ile sıkıntıya sokan konulardan birisi de kitle iletişim araçlarıdır. Kitle İletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde buna doğru orantılı olarak artması beklenen sosyal ilişkiler maalesef teknolojiye yenik düşmüştür. İnsanlar yığınlar içerisinde yalnızlığı yaşamaktadır. Önemli bir kısmı da kötüye kullanılan bu gibi ağların zararlarından korunmak için insanlar, bu gibi kitle iletişim araçlarını kullanmakta fakat olayı sosyalleşme boyutunda ele alamamaktadır. Bundan zarar görenlere ve adli vakalara konu olan birçok olaya şahit olmaktayız. Bu konudaki üreteceğimiz yasalar ve değer yargılan teknolojinin epeyce arkasından geldiği için zarar gören insanımız her geçen gün çoğalmaktadır. Yönetemediğimiz şeyin esiri olmaktan ve zarar görmekten kurtulamamaktayız. Sayılamayacak yararlarına rağmen kitle iletişim araçlan aynı zamanda dikkatli olmamız gereken bir alan olma özelliğini korumaktadır.
Yüz yüze iletişimde dikkat edilen birçok konu ve değer yargısına maalesef sanal denilen dünyada dikkat edilmemekte sanki herkesin istediğini yapabileceği bir özgürlük alanı gibi telakki edilmektedir. Kuralsız gibi görülen ve değer tanımayan böyle bir dünyadan çoğu insanın zarar göreceği muhakkaktır ve görmektedir de. Uzun süre birbirini görmeyen insanların, bir araya geldiğinde bir televizyon ekranına kilitlenmeleri veya herkesin elindeki cep telefonundan bir şeyler karıştırması normal olarak görülecek bir hadise midir? Veya bilgisayar karşısında oyun oynamaktan veya sosyal paylaşım sitelerinde çokça gezmekten omuriliği bile zarar gören, klavye kullanmaktan parmak uçlan uyuşan gençlerimizin durumu normal görülebilir mi? Kısaca hadise artık neredeyse kötü alışkanlıklar içine katılacak duruma gelmiştir ve acilen önlem alınması gereken bir konumdadır. Her şeyden önce kişi kendine “Ben ne yapıyorum?” diye sormalıdır. Bu gibi kitle iletişim araçlarının kendini esir almasına fırsat vermemelidir.
İlişkilerimizde dikkat etmemiz gereken diğer bir husus da empati kurmamızdır. Geleneğimizde “Kendine yapılmasını hoş görmediğin davranışın başkalanna da yapılmaması” şeklinde ifadesini bulan empati, kendini başkasının yerine koyarak düşünme, “Ben olsaydım neler düşünür, neler yapardım?” diyerek karşının düşünce ve yaptıklarını anlamaya çalışma, duygudaşlık gibi anlamlara gelir. Önemli birçok sorunu çözmede bize yardımcı olacağı muhakkaktır. Başkalarının düşünce ve yaptıklarında haksız olduğunu düşündüğümüz bir çok konuda empati yaptığımızda, yani kendimizi onun yerine koyduğumuzda aynı şeyleri düşünme ve yapmamızın çok normal geldiğini görmekteyiz. Çünkü kültürel kodlarımız aynı şekilde işlemekte, aynı şeyler düşünülüp aynı şeyler yapılmaktadır. Hal böyle olunca, o anlık hoşumuza gitmeyen ve bize karşı yapılmış gibi gördüğümüz çoğu hadisenin aslında normal, bizim de devamlı yaptığımız bir şey olduğunu anlar ve karşı ile olan diyalogumuzu bozmayız.